İstanbul Sözleşmesi yaşatılır mı?

İstanbul Sözleşmesi’ne doğru atılan ilk adım, bir dava ile oldu. ‘Opuz v. Turkey’ davası, 2002 yılında kadına yönelik aile içi şiddet nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) Türkiye’ye karşı açıldı. AİHM’deki dava sürerken, kasten öldürme suçundan yargılanan fail, “Eşimin annesi ahlaka mugayir işler peşindeydi” sözleriyle kendini savundu. 26 Mart 2008 tarihinde mahkeme müebbet hapis cezası verilmesine ancak cezanın haksız tahrik ve iyi hal indirimiyle 15 yıl 10 ay hapis ve 180 TL’ye düşürülmesine, tutuklu kaldığı süre ve kararın temyiz mahkemesince inceleneceği göz önünde bulundurularak serbest bırakılmasına karar verdi. 2009 yılında AİHM, Türkiye’yi haksız buldu; Türkiye, şiddet gören bir kadın savcılığa başvurduğu halde onu koruyamadığı ve açıkça ayrımcılık yaptığı için tazminata mahkûm edildi. Bu karar, AİHM’nin aile içi şiddete karşı vatandaşını koruyamadığı için bir devleti mahkûm ettiği ilk karar olarak tarihe geçti.

AİHM’nin ilgili kararı sonrası Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla ‘İstanbul Sözleşmesi’, Türkiye’nin öncülüğünde hazırlandı. Türkiye’nin Avrupa Konseyi Dönem Başkanı olduğu sırada imzaya açıldı ve ilk imzalayıcısı Türkiye oldu. Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu, İstanbul Sözleşmesi’nin Onaylanmasını Uygun Bulma Kanunu Tasarısını oybirliğiyle aynen kabul etti. Söz konusu tasarı, 247 vekilden 246’sının sözleşmeye kabul oyu vermesiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) 24 Kasım 2011 tarihinde kabul edilen kanunla onaylanarak bağlayıcı hale geldi ve 1 Ağustos 2014 tarihinde de yürürlüğe girdi. 

Neredeyse yedi yıl yürürlükte kaldıktan sonra 20 Mart 2021’de Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedildi. Bu fesih bir gece aniden gerçekleşti; bizlere de hukuk sistemimizin, ihtiyaca göre yeni düzenlemeleri hayata geçirebilecek kadar dinamik ve güçlü olduğu söylendi. Bu süreçte 6284 sayılı yasanın yeterli olduğu, TCK’ye eklenecek maddelerle İstanbul Sözleşmesi’nin zaten hayata geçirilebileceği de iddia edildi. Böylece Türkiye’nin öncülüğünde imzalanmış bir uluslararası anlaşma feshedilmiş oldu. Sözleşmeyle Türk hukukunda işlerlik kazanmış olan hükümlerin neden feshedilerek yerlerine aynılarının konulması gerektiği ise hiçbir gerekçeyle açıklanamadı. 

Kanun teklifi sayılardan ibaret

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye ilişkin tartışmalar ve davalar sürerken 16 Mart 2022 tarihinde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler tali komisyonu tarafından ‘Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ hazırlandı. Teklif, Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) sekiz ve Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda (CMK) dört olmak üzere toplam 12 maddede düzenlemeler öngördü; bu değişikliklerin bazıları görev yapan sağlık personellerini de kapsayacak şekilde düzenlendi.

Her ne kadar komisyonca yapılan çalışmada, İstanbul Sözleşmesi’nin sağladığı güvencelerin iç hukuk düzenlemeleriyle hayata geçirilmesi amaçlanmışsa da metne kısa bir bakışta dahi teklifin, İstanbul Sözleşmesi’nin kapsayıcılığını ve bütüncül yaklaşımını içermediğini görmek işten değil. İstanbul Sözleşmesi’nin dört temel ilkesi var: Şiddeti önleme, şiddet mağdurunu koruma, şiddet uygulayanı soruşturma ve kovuşturma, kadına karşı şiddetin sonlandırılmasına yönelik politikalar. 6284 sayılı kanun da dahil olmak üzere hukuk sistemimizde var olan yasalar ve teklifler bu sayılanların ancak soruşturma ilkesine, koruma tedbirlerinin elverdiği ölçüde de mağduru koruma ilkesine karşılık gelebiliyor. Oysa bir zararı doğmadan engellemek, zararı karşılamaktan çok daha önemli.

Bu duruma örnek olarak teklifin beşinci maddesi incelenebilir: TCK’ye göre eziyet suçunun ceza alt sınırı iki yıl olarak belirlenmiştir; teklif, bu sınırı kadınlar için altı ay genişletmiş, ‘iki yıl altı aydan az olamaz’ şeklinde ilgili hükmü düzenlemiş. Yine teklifin altıncı maddesinde tehdit suçunda altı ay olan alt sınır dokuz ay olarak tekrar düzenlenmiş. Kanun yapmak, elbette hukuk devleti olmanın en önemli gereklerinden biri. Bireylerin hakları kanunlar ile ortaya konuluyor; modern toplumun barış içinde yaşaması için bir kurallar bütünü oluşturuluyor. Peki daha sonrası? TCK’de tehdit, kasten öldürme, kasten yaralama her zaman suçtu, bugün de suç. Ama bu, failin kendisini “Eve geldim, karım annesindeydi, aradım geldi, ‘Neden yemek yapmadın’ dedim, münakaşa çıktı, getirdiği meyve tabağındaki bıçakla vurdum” sözleriyle savunmasına ve belki savunabilmesine engel olamıyor. ‘Savunabilmesine’, çünkü failin bu savunması çok yerinde bulunmuş olacak ki TCK’de yer alan suçları yıllardır açıkça işlediği belli olan bu fail yalnızca 800 liralık para cezası alarak başkalarının hayatlarını dar etmek üzere hayatına dönebiliyor. 

Hukuk, insanca yaşamak için bir araçtır. Bir aracın işletilmeden olduğu yerde durması o aracın işe yaramadığı ve artık bir araç olmadığı anlamına gelir. Kadına şiddet, kâğıt üzerinde halledilebilecek bir mesele maalesef ki değil. Zaten kanunlar tek başlarına yeterli olsaydı cezası müebbet olan bir suçun bu kadar çok mağduru olamazdı. Mağduru, hayatıyla tehdit eden failin alacağı cezanın alt sınır cezasının üç ay artmış olmasının uygulamada nasıl bir getiri sağlayacağı sorusunun cevabı belirsiz.

Sözleşmeyi özel kılan unsurlar var

İstanbul Sözleşmesi, niteliği itibarıyla insan haklarıyla doğrudan ilişkili bir sözleşme, haliyle diğer uluslararası antlaşmalara kıyasla çok daha büyük bir öneme sahip. İstanbul Sözleşmesi’nin getirdiği değişikliklerin bir iki ek hükme indirgenmesi, sözleşmenin asıl amacı olan yeni ve eşitlikçi zihniyetin inşasını yerle bir ediyor. 

İstanbul Sözleşmesi’nin amacı, sözleşmenin kendi ifadeleriyle şu şekilde sıralanıyor:

  1. Kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak,
  2. Kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak,
  3. Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak,
  4. Kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak,
  5. Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak.

Önemle vurgulanması gerekiyor ki İstanbul Sözleşmesi yalnızca kadınlar için devreye girmiyor, mağdurlar arasında hiçbir ayrım yapmıyor. İstanbul Sözleşmesi yalnızca kadınlar için değil çocuklar ve erkekler için de önem arz ediyor. İnsanlar arasında hiçbir dil, din, ırk, yönelim, cinsiyet ayrımı yapılmadan herkese karşı işlenen suçların önüne geçilmesi talep ediliyor.

Amaçlarıyla da ortada olduğu üzere İstanbul Sözleşmesi’nin, onu kanunlara eklenecek ceza alt sınırlarından ayıran çok önemli özellikleri var. İstanbul Sözleşmesi şiddetin, ne formda olursa olsun, şiddet olduğunu kabul ediyor. Sözleşmenin Türkçe metninde her ne kadar ‘aile içi şiddet’ ifadesi geçse de sözleşmenin kastettiği asla bu değil. Sözleşme kasıtlı olarak ‘domestic violence’ terimini kullanıyor. Bu terimin ‘aile içi şiddetten’ ayrılan çok önemli bir yanı var: Sözleşmede failin aileden olması aranmıyor. Bir şiddet mağdurunun evli olması ya da olmaması, şiddet faili ile mağdurun nasıl bir ilişki içinde olduğu, ikametgâhlarının aynı olup olmaması konuları sözleşme için hiçbir önem arz etmiyor. 

Kanunların tek amacı ceza değildir

Sosyal politikalar ve sosyal hizmetlerle desteklenmeyen hiçbir önlem, mağdurlar için ek güvence teşkil edemez. İstanbul Sözleşmesi, mevcut kanunlarla tekliflerin aksine, cezaların ağırlaştırılmasından çok daha öte bir amaç ediniyor: Sözleşmeye taraf devletlerden, suçların işlenmemesi için taraf devletlerin gerekli önlemleri almaları bekleniyor. Hatırlanması gerekir ki, ceza kanunlarının tek amacı cezalandırmak değildir; bu cezaların caydırıcı olması ve böylece suçun hiçbir zaman işlenmemesi asıl amaçtır. Bu anlamda sözleşmede önleme, koruma, failleri yargılama ve mağdur destek mekanizmaları öngörülüyor. Devletler de bu mekanizmaların en verimli şekilde işletilmesinden sorumlu tutuluyor. Çünkü devletler, istenen zihniyet değişimini başlatabilecek maddi ve manevi güce sahip olmanın yanı sıra görevleri gereği ülke sınırları içerisinde insan haklarına, hukuk devleti olmanın gereklerine riayet etmekle yükümlüdür. 

Kadınlara ve çocuklara karşı işlenen suçlarla mücadele için Türkiye’de, dünyanın geri kalanında olduğu gibi sayısız Sivil Toplum Kuruluşu (STK) var. Sözleşme, bu noktada devletlerin aktif olarak elini taşın altına koymasını talep ediyor. Sözleşme metninde açıkça, başta kadın kuruluşları olmak üzere STK’lerin ve diğer sivil toplum aktörlerinin çalışmalarının desteklenmesi, bu kuruluşlarla etkili işbirliği tesisi ve veri toplama hususlarıyla ilgili bütüncül şekilde karşılıklı uygulamada bulunulması hükmü yer alıyor. Tam da bu nedenle, İstanbul Sözleşmesi’yle öngörülen yalnızca birtakım ceza artırımlarından ibaret değil: İstanbul Sözleşmesi yeni bir zihniyet inşası öneriyor. 

İstanbul Sözleşmesi zorunlu olan değişimi önermekle kalmıyor aynı zamanda devletleri, taraf oldukları sözleşmeyi takip etmekle sorumlu tutuyor. Zaten hukuk sisteminde var olan devlet sorumluluğu ilkesi, kadına şiddete karşı aktif olarak hayata geçiriliyor. Sözleşme, şiddet mağdurlarına failden tazminat talep etme hakkı tanıyor; zararın fail ya da sigorta kurumu tarafından karşılanamadığı durumlarda ise zararın devlet tarafından karşılanması gerektiği belirtiliyor. Buna ek olarak sözleşme, Avrupa Konseyi bünyesinde Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Mücadelede Uzmanlar Grubu ‘GREVIO’yu’ kuruyor. GREVIO, raporlarıyla taraf devletleri denetliyor ve taraf devletler GREVIO’nun yönelttiği soruları süresi içinde cevaplıyor. Böylece devletler, değişimde aktif bir şekilde rol almak zorunda bırakılıyor.

Hakkını arayamayan on binler var

16 Mart 2022 tarihli teklif yalnızca TCK ve CMK hükümlerine odaklanıyor; cezalar ağırlaştırılsa ve ısrarlı takip hükümleri eklense de mağdurlar için hiçbir destek mekanizması öngörmüyor. Bir mağduru hayatının geri kalanında mağduriyetiyle başa çıkmak üzere yalnız bırakmak hayatın gerçekliğine aykırı; yaşanan travmalar, failin ceza almasından sonra ortadan ne yazık ki kaybolmuyor. Sözleşme hükümlerinde önleme ve yargılama kadar destek mekanizmalarının da önemi var; sözleşme, mağdurların desteklenmesi için sığınma evleri, yardım hatları, erişilebilir uzman destekleri mekanizmaları sağlıyor. Mağdurlara verilecek destek sanıldığından çok daha önemli. Alınacak cezanın alt sınırının üç ay yükseltilmesi yeterli görülemez; alt sınırın yükseltilmiş haliyle dahi izana aykırı şekilde düşük olmasının da ötesinde, Türkiye’de ihbar edilemeyen on binlerce suç, hakkını arayamayan on binlerce mağdur bulunuyor. Sözleşmede öngörülen destekler yalnızca öne çıkıp faili işaret edebilmiş olan mağdurlar için değil, susmak zorunda olduğunu hisseden mağdurlar için de hayati önem arz ediyor.

Özetle, İstanbul Sözleşmesi’ni diğer kanun metinlerinden ayıran çok önemli mekanizmalar, çok değerli amaçlar var. İstanbul Sözleşmesi’nin getirilerinin bir iki ek maddeyle geçiştirilmesi mümkün değil; yazılacak tüm metinlerde ve eklenecek tüm hükümlerde, toplumsal gerçeklik ve uygulamadaki aksaklıkların göz önünde tutulması şart. İstanbul Sözleşmesi’nin var olma nedeni yalnızca TCK hükümleriyle sınırlı değil. Yüzyıllardır aile yaşantısından sosyal yaşama her ayrıntıya ilmek ilmek işlenmiş kadın düşmanlığının aşılması, kadınlara eşit koşulların sağlanması ve imkânların verilmesi asıl amaç. Çocukluğundan yetişkinliğe baskıyla yetiştirilen, imkânları elinden alınan, başkasına bağımlı hale getirilmeye çalışılan kadınların önündeki tüm engeller kaldırılmalı. Kadınlar, bu uğurda yüzyıllardır zaten savaş veriyor; bu noktada devletlerin de politikalarıyla bu mücadeleye destek vermesi gerekiyor. Türkiye’nin de güçlü, haklarının bilincinde, eğitime, istihdama, ekonomiye katılan kadınlara ihtiyacı var. Umuyorum ki İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi hatasından en kısa sürede geri dönülür ve her alanda eşitliğin tesisi için daha temelli adımlar atılır.

Manşet

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

SON HABERLER